29 Nisan 2010 Perşembe

USB 3.0


Universal Serial Bus, Türkçe’siyle evrensel seri veriyolunun kısaltması olan USB artık daha da hızlı. Dış donanımların bilgisayar ile bağlantı kurabilmesini sağlayan seri yapılı bir bağlantı biçimi olan USB, 3.0 sürümü ile şu anda kullandığımız USB 2.0 teknolojisinden tam 10 kat daha hızlı olacak.




SuperSpeed USB adı da verilen bu yeni versiyon 2007 yılında Intel® tarafından tanıtıldı. Henüz AMD ve Intel® tarafından çipsetlerine dahil edilmediği için yeterince yaygınlaşamayan USB 3.0, yakın zamanda bilgisayar parçalarının içinde gelmesiyle beraber veri transferi deneyimimizi tamamiyle değiştirecek gibi görünüyor.

USB 3.0’ın özelliklerini sıralamak gerekirse;
- Yüksek transfer hızı (4.8 Gbps’e kadar)
- Yükseltilmiş maksimum veriyolu gücü
- Yeni güç yönetim özellikleri
- Yeni transfer tiplerini destekleyebilmek için üçlü veri transferi
- USB 2.0 ile de uyumlu olacak yeni bağlantı aygıtları ve kablolar

Yeni Intel® i Serisi İşlemciler


Intel®, 2008 Kasım ayında çıkardığı Core™ i7 ile yepyeni bir işlemci ailesinin ilk ferdiyle bizleri tanıştırmış oldu. Yeni işlemci mikromimarisiyle üretilen bu ailenin diğer iki ferdiyse Core™ i3 ve Core™ i5 oldu.

Core™ i3 ve Core™ i5 işlemciler 4-yollu çoklu görev, Core™ i7 ise 8 yollu çoklu görev özelliğine sahip. Yine Core™ i5 ve Core™ i7’de bulunan bir diğer özellikse Turbo Boost teknolojisi. İhtiyaç duyduğunuzda performansınızı artırıp, ihtiyaç duymadığınızdaysa enerji verimliliği sağlayan Turbo Boost ile akıllı bir işlemciye sahip olacaksınız.

Yeni serinin bir diğer özelliğiyse bilgisayarında aynı anda bir çok iş yapan kişileri memnun edecek. Akıllı çoklu işlemciler için tasarlanmış işlemcilerle daha fazlasını yapmak artık sorun değil. Hyper-threading Teknolojisi işlemcinizdeki her bir çekirdeğin aynı anda iki işlem yapabilmesine olanak sağlayacak.

22 Nisan 2010 Perşembe

DSLR ile fotoğrafçılığa giriş

Fotoğraf makinenizi, flaşın işe yaramayacağı az ışıklı çekimler için kullanıyorsanız, yüksek ISO ayarı bulunduran bir makineye ihtiyacınız olacaktır. Bu, sensörden daha çok ışık geçmesini sağlarken makineyi zorlayacaktır, dolayısıyla görüntülerdeki parazit artabilir ve homojen bir renk yerine noktacıklar görebilirsiniz.
Daha büyük diyafram açıklıkları sensöre daha çok ışık düşmesini sağlar, ancak aynı zamanda alan derinliğinizi de azaltır. Bu, portre fotoğrafları çekmek için iyidir, ama çekimlerinizde, örneğin sahadaki tüm oyuncuları görmek gibi olabildiğince hareket istiyorsanız daha küçük bir diyafram açıklığı vermeniz gerekir. Diyafram açıklığı arttıkça f. numarası da düşer (diyafram değerlerinin ölçülme şekli), daha küçük diyafram açıklığı ise daha yüksek f. numarasına karşılık gelir. İhtiyacınız olan lens boyutuna yönelik en büyük diyafram açıklığı (en küçük f. numarası) olan bir lens tercih edin.
SLR fotoğraf makinesi kullanmayı bilmiyorsanız, hepsi, gördükleri görüntüye en uygun diyafram ve enstantane hızını seçen otomatik modlara sahiptir. Kendi ayarlarınızla denemeler yaparsanız fotoğraf makinenizden çok daha fazla şey öğrenirsiniz. Çoğu DSLR makine manuel ayarların yanı sıra diyafram önceliği ve enstantane önceliği gibi ara ayarlar sunar. Enstantane önceliği, siz belirli bir enstantane hızını seçtiğinizde fotoğraf makinesinin doğru pozlamayı sağlamak için diyafram açıklığını ayarlaması anlamına gelir. Enstantane önceliği daha uzun bir pozlama ile kullanıldığında - örneğin bir sportif etkinliği veya gece trafiğini çekerken harekete fluluk katmak istiyorsanız; böyle bir durumda kısa pozlama kullanmanız canlı, net görüntüler yaratacaktır - ,hareket halindeki hayvan veya insanları yakalamak için harika bir hareket izlenimi verir.

20 Nisan 2010 Salı

HDR Tekniği Nedir?

HDR(High Dynamic Range) tekniği temel düzeyde farklı ışık düzeylerinde (farklı pozlama ile) çekilmiş fotoğrafların üst üste bindirilerek ortaya daha keskin, daha net ve daha etkileyici bir fotoğraf çıkartma sanatıdır. Sanatıdır diyorum, çünkü iyi bir HDR fotoğraf gerçek bir sanat eseri olabilir.
HDR fotoğraflar bulutlu havalarda, kapalı veya ışık bakımından yetersiz ortamlarda daha iyi sonuçlar vermektedir.
Bir HDR fotoğraf yapmak için öncelikle çekilecek olan (örneğin üzerinden bulutlar olan bir göl manzarası) fotoğraf en az 3 farklı şekilde pozlanmalıdır. Bunlardan birisi ''0'' diğerleri ise - ve + olarak pozlanmalıdır.
Fotoğraf çekilirken dikkat edimesi gereken kilit nokta fotoğraf makinasının hareket etmemesidir. Aksi halde istediğiniz HDR fotoğrafı yaratamazsınız.
Elde edilen bu fotoğraflar daha sonra HDR yapan programlar vasıtası ile (Photomatix -önerilir-, Photoshop, Photomix, FDRTool) üst üste bindirilir ve programın tone mapping özelliği ile gerekli ayarlamalar yapılır.

Burada programın yaptığı 0 olarak pozlanmış fotoğrafı baz alarak (+) olarak pozlanmış fotoğraftan fazla ışıklı alanlar ile, ( - ) olarak pozlanmış fotoğraftan karanlık olan yerleri alıp 0 olarak pozlanmış fotoğraf üzerine uygulamaktır.
Kimi zaman ortaya çıkan sonuçlar bir çizgi film gibi olabilirken kimi zaman da fotoğrafın içerisine adete sizi de yerleştirmektedir.

Kablosuz mu, Kablolu mu?


Evde sinema ve müzik tutkunlarının yaşadığı bir ikilem hoparlör sisteminin kablolu mu yoksa kablosuz mu olacağıdır. Kablo karmaşasından şikayetçi olanlar için kablosuz sistemler en iyi alternatif gibi görünür. Peki gerçekten öyle mi?

İki farklı hoparlör sisteminin de kendi içerisinde artıları ve eksileri var. Kablolu ses sistemlerinin kablo karmaşası yaratmak gibi bir dezavantajı var. Kablolar 5+1 ya da 7+1 ses sistemlerini kurarken, özellikle teknik bilgiden uzak kullanıcılar için bir hayli kafa karıştırıcı olabilir. Fakat kurulumdan sonra ses teknolojisinde ulaşılan son noktaya kablolu sistemlerle ulaşmanız mümkün.

Kablosuz ses sistemlerinin avantajı ana ünite ile kolonlar arasında ses aktarımı için bir kablonun bulunmaması. Fakat unutmayın ki her bir kolon çalışabilmek için elektrik enerjisine ihtiyaç duyar ve bu çoğu zaman her biri için ayrı elektrik bağlantısı şeklinde sunulur. Ayrıca kablosuz sistemlerde sesin akıcı bir şekilde aktarılabilmesi için ses seviyesi ve kalitesi kablolu olanlara göre daha düşük olabiliyor. Yalnız unutmayalım ki bu yeni sistemler de hızla iyileştiriliyor ve geliştiriliyor.

Sonuç itibarıyla eğer amacınız kaliteli ve yüksek ses almaksa tercihinizi geleneksel kablolu sistemlerden yana kullanmanız daha doğru olacaktır. Eğer ses seviyesi ve aktarım esnasında az da olsa yaşayabileceğiniz kalite düşüşü sizi etkilemeyecekse şık ve yenilikçi kablosuz ses sistemlerini tercih edebilir ve evinizde kabloların yarattığı karmaşadan kurtulabilirsiniz.

Doğru Kablo Seçimi.


Kablo, ses sistemlerinin en önemli elementlerinden biridir. Bu nedenle kablolarınızın sağlığı, duyacağınız sesin kalitesine doğrudan etki eder. Ses sistemi satın aldığınızda uyumlu bir kablo ağı kutu içerisinden çıkar ancak bu kablolar her zaman için en iyi ya da ses sisteminiz için en doğru kablolar olmayabilir.
Eğer ses kalitesi konusunda kendinizi "hi-fi tutkunu" olarak nitelendiriyorsanız kablo sizin için hoparlörler kadar önemli bir bileşen olacaktır. Altın kaplama uçlara sahip telli kablolar ve optik kablolara yoğunlaşmalısınız. Bunlar sesin parazit olmadan kolonlara aktarımında önemli rol oynar.

18 Nisan 2010 Pazar

LCD mi Plazma mı LED mi yoksa OLED mi?


Televizyonların belki de önemli bileşeni panelleri. Panellerin hangi teknik ile üretilmiş olduğu ise tüketicinin kullanım alışkanlığına göre önem kazanıyor.
Tüketici olarak, elbette ilk olarak daha büyük ekranlara yönelmek isteyeceksiniz, ancak büyük ekran aldığınız zaman, salonunuzun ebatlarını ve izleme açınızı da göz önünde bulundurmanız gerekiyor. Örnek olarak, plazma TV’ler ışığın doğrudan ekran hücresi veya piksellerden yayılması sayesinde her açıdan izlenebilirken, LCD televizyonlar ise 45 derecenin ötesinde açılardan izlendiğinde kontrast ve renkler daha az tatmin edici olur. Günümüzde LCD ekranların 160 derecelik açılarla bile görüntülenmesi mümkündür, ancak bu yine de kontrast kaybına neden olmaktadır. Bu durumda, çok büyük bir salonda küçük bir ekran ile salonun her yerinden aynı kalitede görüntü elde etmek zor olacaktır, ancak büyük bir ekran ile en azından izlenme açısı nedeniyle oluşacak kör noktaları görüntünün tamamına oranla daha düşük bir seviyeye çekebilirsiniz. Eğer çok geniş bir salonunuz, buna istinaden geniş açılarda televizyon izlemek zorunluluğunuz yoksa, enerjiden tasarruf etmek ve daha uzun ömürlü bir televizyona sahip olmak istiyorsanız LCD televizyon tercih etmeniz daha mantıklı olacaktır. Fakat, eğer tercihiniz daha net görüntü ve geniş izleme açısı, bununla birlikte daha gerçekçi renklere sahip olmak ise, plazma TV sizin için daha uygun bir seçim olabilir.

Günümüzde yoğun olarak LCD, Plazma ve LED televizyonların üretimi yapılıyor, panel teknolojisinin geleceği olan OLED’ler ise henüz yeterince yaygın değil. LCD´ler, peteklere ayrılmış bir panel üzerinde elektrikle kutuplanan sıvının ışığı geçirmesi ve önüne eklenen bir filtre sayesinde gözle görülmesine olanak tanıyan sıvı kristal ekranlardır. Plazma ekranlar ise, yassı hafif bir yüzeyin üstünde bulunan milyonlarca cam kabarcıklarıyla kaplanarak matrislenmiş fosforlardan oluşur. Bu fosforlar, doğru bir kalıpla hareketlendirildiğinde görüntü yaratılır. Temel olarak, LCD ve LED TV’ler, benzer üretim sürecinden geçerken, ekran aydınlatmasında LED TV’lerde floresan yerine LED ışıklar kullanılmaktadır. Bu şekilde LED TV’ler hem daha az enerji harcarken, hem de LCD TV’lere göre daha başarılı bir aydınlatma sunabilirler. OLED televizyonlar ise organik ışık yayan diyotlar sayesinde görüntü yayıyorlar. Bu sayede diğer teknolojiler gibi arka ekran aydınlatmasına ihtiyaç duymuyorlar. Bu daha net bir görüntü, daha gerçek siyah renk ve daha az elektrik tüketimine olanak tanıyor. Ancak OLED televizyonların henüz yeni yeni geniş üretim sürecine uygun hale gelmiş olması ve üretim sürecinde ihtiyaç duyulan yoğun işlemler nedeniyle, henüz bu teknoloji daha düşük maliyetli ve çok daha geniş boyutlu ekranların üretilmesine olanak tanımıyor.
Plazma televizyonlar, LCD televizyonlara göre daha yüksek parlaklık ve kontrast oranlarına sahip olsalar da, kullanım ömrü ve enerji tüketimi açısından LCD televizyonlar kadar performanslı değiller. Ortalama bir plazma TV 20 bin ila 30 bin saat kullanım ömrüne sahipken, LCD televizyonlar 60 bin saate kadar kullanılabilirler. Plazma televizyonların tepki süreleri LCD televizyonların çalışma prensibinin aksine, bir görüntü oluşturabilmek için tek bir pulsa (anlık bir tepkimeye) ihtiyaç duyduklarından neredeyse yoktur, LCD TV’lerde ise bu sure, 4 milisaniye ile 25 milisaniye arasında değişmektedir. Bu durum, plazmaların çok daha net ve akışkan görüntü oluşturmasına olanak tanır.
Tercihinizi LCD televizyonlardan yana kullanmaya karar verdiyseniz, bu durumda daha net görüntü elde edebileceğiniz ve daha geniş açılarda daha yüksek performans gösterirken, aynı zamanda daha düşük enerji tüketimi ve daha uzun ömür sunan LED ekranlar da sizin için iyi bir alternatif olabilir. LED ekranların yüzey aydınlık oranı da LCD ekranlara göre daha yüksek olduğundan, daha net görüntü elde etmeniz de mümkün. Eğer tercihiniz daha düşük ekran ve plazma TV’lerden de yüksek görüntü kalitesi ise, OLED bir televizyon sizin için uygun olabilir, ancak OLED televizyonların fiyatlarının yüksek oluşu ve kullanım sürelerinin 17 bin ila 30 bin saat arasında değişmesi satın alma fikrinizi etkileyebilir.

17 Nisan 2010 Cumartesi

Hangi dizüstü ekran teknolojisi size daha uygun?


Mat, parlak veya ekstra siyah. Hangi ekran sizin ihtiyacınızı karşılıyor?

Bir dizüstü bilgisayar seçerken ağırlığına, performansına ve fiyatına dikkat ettiğinizi biliyorum. Peki bilgisayarınızı kullandığınız yerin aydınlatma koşulları ve hangi amaçla kullanacağınıza bağlı olarak farklı ekran performansları elde edebileceğinizi yeteri kadar iyi biliyor musunuz?

Mat ekranlar, ilk bakışta size çekici gelmeyebilir. Ancak bu teknolojiyle üretilmiş ekranlar aydınlık ortamda, mesela floresan ışığı ile aydınlatılan bir ofis ortamında, standart parlak ekranların yapacağı yansımaya nazaran daha düşük yansıma oranına sahiptirler. Bu sayede ekranınızda ne yazdığını görmek için “doğru açıyı tutturma” zahmetinden sizi kurtarabilirler. Parlak ekranlar ise, özellikle bilgisayarından film izlemek isteyen kullanıcılar için vazgeçilmez olacaktır. Floresan yerine LED ile aydınlatılan LCD ekranlar ise, hem daha düşük elektrik tüketimi, hem de daha canlı renkler ile sizi mutlu edebilir.

İşiniz büyük Photoshop dosyaları üzerinde çalışmak, daha geniş masaüstü alanı ile aynı anda birden fazla dökümana göz atmanızı gerektiriyorsa, Full HD bir ekran sizin ihtiyacınızı tam olarak karşılayacaktır.

16 Nisan 2010 Cuma

Cep telefonunuz daha fazlasını yapabilir!


Artık cep telefonlarının temel fonksiyonları dışında da yoğun olarak kullanıldığı bir çağda yaşıyoruz. Özellikle akıllı telefonların bir çoğu, kutudan çıktıkları anda çeşitli oyunlar, e-posta ve web tabanlı servisler ile geliştirilmiş kullanıcı deneyimi ile tüketicilere sunuluyor.

Telefonunuz için özel olarak geliştirilmiş uygulama pazarları ise, binlerce yeni uygulamaya erişmenizi ve cep telefonunuzu tamamen kendi istekleriniz ve ihtiyaçlarınız doğrultusunda tam bir mobil eğlence ve iş üssüne çevirmenize olanak tanıyor.

Telefonunuzun yeteneklerini arttırmak için sahip olduğunuz ürünün menüsünde yer alan uygulama pazarını çalıştırmalısınız. Bu sayede bilgisayar bağlantısına ihtiyaç duymaksızın, şebeke veya kablosuz ağ bağlantısı üzerinden cihazınızın üreticisi veya üçüncü parti uygulama geliştiricileri tarafından telefonunuza özel olarak geliştirilmiş uygulamaları araştırabilir, ücretli veya ücretsiz olarak cep telefonunuza yükleyip kullanabilirsiniz.

Cep telefonu modelinizin uygulama pazarı bağlantısı özelliğine sahip olup olmadığını, cihazınızın kutusundan çıkan kullanma kılavuzuna danışarak öğrenebilirsiniz. Uygulama pazarını nasıl kullanacağınızı da kullanma kılavuzu üzerinden ayrıntılı bir şekilde öğrenebilirsiniz.

Yükleyeceğiniz yeni uygulamalarla trafik yoğunluğu, hava durumu gibi günlük hayatınızı kolaylaştıracak bilgilere hızlıca ulaşabilir, kültür sanat haberleri, hangi filmi nerede izleyebilirim gibi bilgilerle hayatınızı zenginleştirebilirsiniz. Ayrıca yükleyeceğiniz mobil oyunlarla altenatif bir eğlence aracına da sahip olarak gün içindeki kısa aralarınızı değerlendirebilirsiniz.

Ekran çözünürlüğüne dikkat!


Çantanıza sığacak kadar küçük, her yerde internet ihtiyacınızı karşılayacak kadar yetenekli bir netbook’a sahip olmak hepinizin hakkı fakat satın aldığınız ürünün ebatları küçüldükçe ekran çözünürlüğünün de düştüğünü hatırlatmakta fayda var.

Netbook’unuzu internette sörf yapmak, hızlı mesajlaşma servislerine kolayca erişim kurmak, e-posta alıp vermek için kullanacağınızı biliyorum. Ancak daha fazlasını istiyorsanız, satın aldığınız bilgisayarın ekran boyutuyla birlikte, desteklenen en yüksek çözünürlük de sizin için önemli olmalı.

Günümüzde birçok web sitesi tasarımcılar arasında “safe area” (güvenli alan) olarak tanımlanan 1024 piksel genişliğinde çözünürlük göz önünde tutularak hazırlanıyor. Eğer satın aldığınız ürünün ekran çözünürlüğü yatay olarak 1024 pikselin altında kalıyorsa, bu durumda en sevdiğiniz web sitesini gezinirken yatay kaydırma çubukları ile karşılaşıp moraliniz bozulabilir. Bununla birlikte, eğer netbook’unuz ile film izlemek gibi bir dileğiniz varsa, 10 inçten daha küçük bir ekran sizi tatmin etmeyebilir.

SSD mi Yoksa Hard Disk mi?


Bilgisayarın ana bileşenlerinden biri olan sabit diskler, diğer alanlardaki teknolojik gelişmelere paralel olarak gelişimini sürdürüyor. Yıllardır kullandığımız sabit diskler (Hard Disk), içerisinde birden fazla platin diskin bulunduğu, hareketli optik göz ile çalışan kısmi mekanik bileşenlerken son dönemlerde oldukça popüler hale gelen yeni nesil katı diskler (SSD), dijital veri depolama teknolojisini kullanan ve hareketli parçalara sahip olmayan ürünler olarak karşımızda.

SSD, Solid State Drive kelimelerinin kısa halidir. Tam Türkçe karşılığı Katı-Hal Sürücü olan bu yeni depolama üniteleri kısaca "katı sürücü"olarak tanımlanıyor. Sabit diskmiş gibi davranan katı sürücülerin hareketli parçalarının olmaması onlar için büyük avantaj. Mekanik parçalar içermeyen katı sürücüler daha az enerji tüketiyor, ayrıca mekanik bileşenlerin yarattığı gecikmeler (optik gözün gerekli veriyi okumak için harcadığı süre, motorun gerekli dönüş hızına ulaşması için geçen süre) yaşanmıyor. Tamamen sessiz çalışan bu sürücüler erişim hızı açısından da sabit disklere oranla çok daha avantajlı. Son olarak yapıları gereği sabit disklere göre özellikle darbelere karşı çok daha dayanıklı.
SSD teknolojisi henüz çok yeni olduğu için aynı fiyat aralığındaki sabit disklere göre daha az depolama kapasitesi sunabiliyor. SSD´lerin sunduğu tüm avantajlara rağmen dev kapasitelere sahip bir depolama alanına ihtiyaç duyuyorsanız şimdilik tercihinizi sabit disklerden yana kullanmalısınız.

Kompakt mı Yoksa SLR mı?


Dijital fotoğraf makineleri, kompakt ve refleks (SLR) olmak üzere iki ana kategoriye ayrılır. Hatta bu ayrıma yarı-profesyonel sınıfını da ekleyebiliriz. Kompakt makinelerin en önemli avantajı, küçük yapıları sayesinde istediğiniz an yanınızda taşıyabiliyor olmanızdır. Refleks (SLR) makineler içlerindeki mekanik aksam, büyük algılayıcı ve büyük değişebilir objektifler sebebiyle ebat olarak daha büyüktür.

Bu kategorilerde özellik farklılıkları gün geçtikçe azalıyor. Özellikle dijital fotoğrafçılık dünyasında yazılımsal geliştirmeler avuç içine sığabilen minik modellerden en gelişmiş SLR´lere kadar tüm modellere ekleniyor. Örneğin gülümseme, göz kırpma yakalama veya yüksek hızlı video kaydı gibi özellikler artık hemen hemen tüm modellerde bulunabiliyor.

Refleks makinelerin büyük boyutlarda oluşunun kuşkusuz birçok avantajı var. Öncelikle bu modellerin görüntü algılayıcıları kompakt modellere göre daha büyüktür. Objektifleri de daha büyük olduğundan SLR modeller çok daha fazla ışık alırlar. Ayrıca SLR makineler ağır olduklarından çekim sırasında el titremesi gibi problemler fark edilir derecede azalır. Manuel kontrolleri ve değişebilir objektifleriyle daha çok profesyonel çekim için kullanılırlar.

Kompakt fotoğraf makinelerinde ise bulunan birçok kullanıcı dostu çekim modları, otomatik odaklama, bas ve çek biçimindeki anı yakalama, verimli depolama alanı kullanımı gibi özellikler ise, özellikle yaşadıkları anları ölümsüzleştrimek ve kolayca paylaşmak isteyen kullanıcıların ilgisini cezbedecektir. Eğer amacınız cebinize sığacak bir model ile, zahmetsiz bir biçimde fotoğraf ve video çekmeye hazır olmak ise kompakt bir fotoğraf makinesini tercih edebilirsiniz.

Pil ömrünü uzatmanın yolları


Cep telefonu satın alma sürecinde sizi en çok zorlayan konulardan biri pil ömrü ise, bu durumda sahip olduğunuz telefondan en fazlasını alabilmek için birkaç ipucuna hayır demezsiniz herhalde?

3G mevzusu
3G hizmeti ülkemizde verilmeden önce telefonlar şebekede bulunmak için fazladan güç kullanmak zorunda kalmıyordu. Her ne kadar iletişimin uç noktasına ulaşmamıza vesile olsa da 3G pillerimizle pek dost değil. Şebekenin ihtiyaç duyduğu bant genişliğine ulaşabilmesi için 3G destekli telefonlar daha fazla güç tüketmek zorundalar. Eğer mobil genişbant kullanma ihtiyacı duymuyorsanız, görüntülü konuşma gibi servisleri kullanmıyorsanız, telefonunuzun şebeke tercihleri menüsünden 3G desteğini inaktif hale getirirseniz telefonunuzun pilinin daha uzun süre dayandığını göreceksiniz.

Ekran parlaklığı
Hemen hepimiz telefonumuzu sürekli kurcalamayı seviyoruz. Ancak telefonlar kullanıldıkları anda harcadığı enerjinin büyük bir kısmını ekranlarına yönlendirirler. Ekranın en çok enerji tüketen bileşeni ise aydınlatma sistemleridir. Telefonunuzun ayarlar menüsünden ekran parlaklığını düşürerek pil ömrünü bir nebze arttırabilirsiniz. Aynı zamanda, telefonunuzun ekran gücünü tamamen kesmesi için gerekli olan bekleme süresini kısaltarak da pil ömrünü uzatabilirsiniz.

Wi-Fi, Bluetooth ve diğer kablosuz bağlantılar
Cep telefonunuzun Wi-Fi kablosuz ağ, Bluetooth bağlantı portu ve kızılötesi gibi diğer bağlantı portlarının açık olduğu süre boyunca güç tükettiğini unutmayın. Bu tip bağlantıları yalnızca kullandığınız süre boyunca açık tutmak, büyük ölçüde pil tasarrufu sağlayacaktır. Bunu sağlamak için, telefonunuzun ayarlar menüsünde yer alan kablosuz bağlantılar seçeneklerini düzenleyebilirsiniz.

Teknoloji Nedir?


1. Teknoloji, insanın bilimi kullanarak doğaya üstünlük kurmak için tasarladığı rasyonel bir disiplindir (Simon, 1983, s.173 ).


2. Teknoloji, somut ve deneysel anlamda temel olarak teknik yönden yeterli küçük bir grubun örgütlü bir hiyerarşi yardımıyla bütünün geri kalanı (insanlar, olaylar, makineler vb. ) üzerinde denetimi sağlamasıdır (McDermott, 1981, s.142 ).

3. Öğretim teknolojileri tarihi konusunda önemli bir isim olan Paul Saetller teknolojiyi şöyle tanımlamaktadır: “Teknoloji (Latince texere fiilinden türetilmiştir; örmek, oluşturmak (construct ) anlamına gelir ) birçoklarının düşündüğü gibi makine kullanmak değildir. Teknoloji, bilimin uygulamalı bir sanat dalı haline dönüşmesidir. Uygulamalı sanat terimi Fransız sosyolog Jackques Ellul tarafından kullanılmış ve kısaca technique olarak isimlendirilmiştir. O, teknolojiyi bir technique uyarınca yapılmış bir makine olarak görmüş ve bu technique’nin ancak küçük bir bölümünün makine tarafından ifade edilebildiğinden bahsetmiştir. Belirli bir teknik sayesinde sadece makinenin değil, bu makineye ait öğretimsel uygulamalarında gerçekleştirilebileceğinden söz etmiştir. Sonuç olarak davranış bilimi ile öğretim teknolojileri arasındaki ilişki, doğal bilimlerle mühendislik teknolojisi arasındaki ya da biyoloji ile Sağlık teknolojisi arasındaki ilişkiyle benzer hatta aynıdır” (Saettler, 1968, ss. 5-6 ).

4. Ünlü bir eğitim teknoloğu olan James Finn teknolojiyi tanımlarken şöyle demektedir: “Makine kullanımının yanı sıra teknoloji, sistemler, işlemler, yönetim ve kontrol mekanizmalarıyla hem insandan hem de eşyadan kaynaklanan sorunlara, bu sorunların zorluk derecesine, teknik çözüm olasılıklarına, ve ekonomik değerlerine uygun çözüm üretebilmek için bir bakış açısıdır” (Finn, 1960, s.10 ).

5. Bilim ve teknolojinin farklılığını belirtmek için ilk nükleer denizaltıyı yapan ve serbest bir eğitim eleştirmeni olan Amiral Hyman Rickover şöyle söylüyor: “Bilim ve teknoloji birbirine karıştırılmamalıdır. Bilim doğadaki görüngülerin (fenomenlerin ) gözlenerek, zaten var olan doğru ve gerçeklerin ortaya çıkarılması ve bu gözlemler sonucunda elde edilen verilerin düzenlenerek gerçeklerin ve bunlar arasındaki ilişkilerin ortaya konulduğu teorilerin oluşturulmasıdır. Teknoloji asla bilim için bir otorite olamaz. Teknoloji insan aklını ve vücudunu güçlendirmek, üstün kılmak için geliştirilecek aletler, teknikler, ve yöntemler üzerinde durur. Bilimsel yöntem insan faktörünün tamamen dışlanmasını gerektirir, şöyle ki; gerçeği arayan kimse, kendinin ya da diğer insanların hoşlanacağı veya sevmeyeceği şeylerle, popülist değerlerle ve herhangi bir çıkar uğruna çalışmaz. Diğer yandan teknoloji fikir (bilim ) değil de hareket olduğundan, eğer insani değerler göz ardı edilirse tamamıyla tehlikeli bir sonuca da yol açabilir (Knezevich & Eye, 1970, s.17 ).